YAZAR, ŞAİR VE EĞİTİMCİ İHSAN KURT’U TANIYALIM
KENDİNİZİ NASIL ANLATIRSINIZ (HOBİLERİNİZ, FOBİLERİNİZ)?
İ.KURT: Öyle kütüphanesi olan bir konakta veya kitaplığı olan bir evde doğmadım. Dedemden miras kalan bir kütüphanemiz de yoktu. Dokunmanın bile yasak olduğu ilk kitabı bir çanta içerisinde duvarda asılı olarak gördüm. Bazen dedemin, bazen babamın elinde… Dolayısıyla kitapların duvarda asılı bir nesne olması gerektiği kanısına kapıldım. Hatta okula başlayana kadar da hep böyle düşündüm. İlkokuldan üniversiteye kadar şartları zorlayarak değil, tabir yerinde ise sürünerek okumaya çalıştım ve başardım.
Sizin tabirinizle hobilerim, yani korku ve kaygılarımı samimi olarak ifade edecek olursam bunların pek fazla bireysel olmadığını söyleyebilirim. “Hüznü umumi” diye dile getirmeye çalıştığım hobilerdir benim hobilerimin kaynağı. Toplumdaki her türlü aksaklıklar, çelişkiler, çürümeler karşısında gerginlik içerisinde olur, gelecek adına kaygılar yaşarım. İnsanın, toplumun, hatta insanlığın özgürlükler yerine işgal edilmeyi bilerek ve isteyerek seçmesine bir türlü tahammül edemem. Cahille sohbet etme yanlışlığına düşmekten, cehalete çarpmaktan korkar ama bunları onaylayanlara da hiç tahammül edemem. Bunlara karşı korkum ne kadar büyükse öfkem daha da büyüktür.
İnsanları gözlemleyerek, kitapları okuyarak tanıma zenginliğinin hazzını yakalayanlardan biri olarak kendimi şanslı bulurum. En önemli fobim de budur zaten. Ta ilkokullarda başlayan yazma denemelerimin hayat gayemin bir parçası haline gelmesi de belki fobi olarak adlandırılabilir. Çünkü her kitap kadar yazmak da benim için ayrı dünyaların, ayrı hülyaların sırrını ve sihrini içinde taşır.
Aslında kendimi bir cümle ile anlatacak olursam şöyle diyebilirim: Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyen, kimseyi üstün ya da hakir görmeyen, hiç kimseyi aldatmayan; idealini gören ve o hedefe yürümeyi sürdüren biriyim.
Akdağmadeni ilçesinde doğdum. 1.1. 1956 (Tashih: 1.1.1953). Sivas Eğitim Enstitüsü’nü (1976), Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesini (1981) bitirdim. Askerliğimi 18 ay süreyle yedek subay olarak yaptım. Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde “Eğitimde Psikolojik Hizmetler” alanında Yüksek Lisans yaptım (1989).
Milli Eğitim Bakanlığı’nın çeşitli kademelerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptım. Birçok dergide yazılarım yayınlandı. Yine birçok yazıma ve kitaplarıma yüzün üzerinde atıflarda bulunuldu. Gazi Üniversitesi ve Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültelerinde Öğretim görevlisi olarak çalıştım. 2002 yılında Selçuk Üniversitesi’nden emekli oldum. Çeşitli konularda 34 kitabım var. On dosyam da baskıya hazırdır. Hakkımda daha geniş bilgi https://www.biyografya.com/biyografi/8706 adresinden biraz daha fazla bilgi alınabilir.
ROMAN, ŞİİR VE MAKALE ÇALIŞMALARINIZ HAKKINDA BİLGİ VERİR MİSİNİZ? (KİTAPLARINIZIN İSİMLERİ)
İ.KURT: Her bir eserim hakkında bilgi vermem çok fazla yer kaplar. Psikoloji, eğitim, edebiyat, tarih, araştırma ve inceleme konularında kitaplarım vardır. Yayınlanmış olan eserlerim şunlardır:
Kitapsızlık Hürriyeti. Ankara-1997. / Bilim Tarihinde Keşiflerin İç Yüzü. 1.Basım, Ankara-1990, 2. Basım, Konya-1997 / Türk Atasözlerine Psikolojik Bir Yaklaşım. 1. Basım. Ankara-1991, 2. Basım. Konya-1997, 3.Baskı Ankara-2012 / Çiledeki İnsan Necip Fazıl. 1. Basım. Ankara-1991, 2. Basım. Ankara-2000. 3. Baskı. Ankara-2011 / Çamlığın Başında Tüten Tütün. Yozgat-1997. / Çıraklık Eğitimi Çıraklık Dönemi TÜRKÇE Ders Kitabı 1, 1.Basım Ankara-1992, 2. Basım, Ankara-1994 / Çıraklık Eğitimi Çıraklık Dönemi TÜRKÇE Ders Kitabı 2, 1.Basım, Ankara-1992, 2. Basım, Ankara-1993. / Yetişkinler Okuma Kitabı (Komisyonla birlikte), Ankara-1992. / Yetişkinler Okuma Kitabı ALIŞTIRMA KİTABI (Komisyonla birlikte). Ankara-1992. / Rehberlik ve Ruh Sağlığı. 1. Basım. Kırşehir-1993, 2. Basım. Ankara-1994. / Halk Eğitimi -Yetişkinler Eğitimi ve Psikolojisi. Kırşehir-1994. / Gelişim Psikolojisi. 1.Basım, Kırşehir-1994. 2.Basım, Ankara-1994. / Öğrenme Psikolojisi. 1.Basım, Kırşehir-1994. 2. Basım, Ankara-1994. / Özel Eğitim. Kırşehir-1996. / Psikolojiden Kültüre. 1.Baskı Ankara-2000, 2. Basım, Konya-2002, 3. Baskı. Ankara–2008 / Yetişkin Eğitimi. Ankara-2000, 2. Basım. Ankara- 2008. 3.Baskı Ankara-2014 / Bir Yüreğin Türküleri (Şiirler). Konya-2001. / Gül Şafağı Hüzünleri (Şiirler) Konya-2002 / Küreselleşme Eşliğinde Bağlamada Caz Faslı. Konya-2002 / Bilim Tarihinden Hikâyeler. Hikmet Neşriyat. İstanbul-2003. / Sorularla Kaygı ve Sınav Kaygısı. 1.Baskı, Ankara–2005, 2. Basım. Ankara–2006, 3. Baskı, İstanbul-2011 / Sorularla Başarıyı Yakalamak. 1.Baskı, Ankara–2007. 2. Baskı İstanbul-2011 / Yetişkin Psikolojisi. Ankara–2008, 2.Baskı Ankara-2014 / Sevdanın Mektebi. Ankara–2008 / Huzurun Renkleri. Ankara–2008 / Zekâyı Efendileştirmek. Ankara-2008 / Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey (Roman). İstanbul-2008,/ Kahrolsun Böyle Adalet adıyla 3.Baskı Ankara-2013, Fesat Yuvası –Roman- Ankara-2013./ Dünyayı Dünyada Boşayan Şair Abdurrahim Karakoç. İstanbul-2013./ Kaymakamlıktan İdam Sehpasına Milli Şehit Boğazlıyan Kaymakamı MEHMET KEMAL BEY- araştırma-. İstanbul-2014. / Urfa Mutasarrıfı NUSRET BEY-araştırma-. İstanbul-2014 / Cephede Yazılan Defter –Roman- İstanbul-2014 / Tarih Geleceği de Yazar –Makale ve denemeler- İstanbul-2014 /Ankara Yalnızlığı (Roman), Ankara-2018
ROMAN, ŞİİR VEYA MAKALELERİNİZDE VERMEK İSTEDİĞİNİZ MESAJLAR NELERDİR?
İ.KURT: Yazdıklarımda ve yazacaklarımda vermek istediğim mesaj her okuyucunun ne almak, ne hissetmek istediğine göre değişebilir. Çünkü bir yazar olarak okuyucuya doğrudan bir düşünce dayatmayı sağlıklı bulmuyorum. Okudukça gelişen ve belki de değişen biri olarak bu doğrultuda mesajlarımda da farklılıklar olacaktır. Ancak bu mesaj farklılıkları hiçbir zaman pergelimin sabit noktasını durmadan değiştirdiğim anlamında yorumlanmamalıdır.
Okuyucuların, eğer varsa ve hissediyorlarsa mesajları istedikleri şekilde almasında, yorumlamasında bir mahsur görmüyorum.
GENÇLERE NELER TAVSİYE EDERSİNİZ?
İ.KURT: Kendimi bir tavsiyede bulunma mevkiinde görmüyorum. Ancak sadece gençlere değil her yaştaki insanların özgür birey olma yolunda bir istekleri varsa sloganların peşinde sürüklenmemeleri düşüncesindeyim. Çünkü -iyi ya da kötü fark etmez- sloganlar insan zihnine, fikirlerine vurulan zincirlerdir. Sloganlar sınır çizer, düşünce gelişiminin engelleridir. Slogan atan kitaplar aynı zamanda kaldırılıp atılmayı da hak eden kitaplardır. Ayrıca sloganları sorgulamaktan da geri durulmamalıdır.
Alışılageldiği gibi ifade edilen “okusunlar” görüşüne katılıyorum. Ama bunun rastgele bir okuma olması anlayışını onaylamıyorum. Çünkü “eleştirel okuma”, “karşılaştırılmalı okuma”, zihinde şimşek çaktıran kitapları okumadır geliştiren okuma. Benzer konularda farklılıkları okumaktan da geri durulmaması gerekir. Moda tabir edilen, güncel reklamlarla dayatılmaya çalışılan, en kısa zamanda tüketim unsuru haline gelen kitaplarla zamanlarını hiç kaybetmeseler daha iyi olur düşüncesindeyim.
Eğer tarih okumak istiyorlarsa tarihin “kaynak” olduğunu akıllarından çıkarmamaları gerekir. Yoksa iftiraları, bağnazlıkları, karanlık zihinlerin saplantılarını tarih sanabilirler.
Soru sormak, düşünmek, araştırmak, incelemek, karşılaştırmak ve doğrulara en yakın olabilmeyi başarmaktır. Gençler soru sorsunlar. Sorularından şöyle veya böyle kaçanları da sorgulasınlar. Görünür olma hevesinde olan, lisanın gözünü çıkaran kalemlerden ziyade Türkçenin güzelliğini duyuran ve hissettiren metinler, kitaplar tercih sebepleri olursa okuma zevkine de o derece ulaşacaklardır.
YENİ ÇALIŞMALARINIZ VAR MI, VARSA NELERDİR?
İ.KURT: Yayınlansın veya yayınlanmasın yazmadan, okumadan geri duramayan biriyim. Zaman geçtikçe ben de gelişerek ve belki de değişerek yazmaya devam ediyorum. Çalışmaları devam edenlerin dışında yayımlanmaya hazır şu dosyalarım var:
*İnsanın İşgali
*Üsküp Esintileri
*Şair ve Şiir
*Kitap Yolu –öyküler-
*Kent Yalnızlıkları –denemeler-
*Hayat Edebiyattır –denemeler-
*Sordular Söyledim (şahsımla yapılan röportajlar)
*Sözler ki Özden İçeri- Adrese Giden Sözler-
*Bilim Tarihinden Öyküler
*Şairin Günlüğü (Daha önce iki şiir kitabıyla birlikte sonradan yazılan şiirlerin tamamı)
*Balkanlardan Esen Yeller –Gezi-
NASIL BİR DÜNYADA YAŞAMAK İSTERDİNİZ?
İ.KURT: Nasıl bir dünya? Her insanın yakın ve uzak idealleri vardır elbette. Lakin bu ideallerin, isteklerin gerçekçi ve gerçeğe yakın olması bizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır. Soran, sorgulayan, felsefi dayanakları olan nesillere ihtiyacımız var. Ne güdülen ne de güden özgür ve üretici bireylerin olduğu bir dünyayı, bir toplumu düşünmem herhalde hayal olmayacaktır.
Serde biraz şairlik var ya ben de Cahit Sıtkı’nın güzel Türkçemizde dile getirdiği duygularına, düşüncelerine yürekten katılıyorum ve onun lisanıyla diyorum ki:
Memleket isterim / Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim/ Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim/ Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim/ Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
İNSANLIĞI ÖZELLİKLE DE TÜRKLERİ BEKLEYEN TEHLİKE NELERDİR? BU TEHLİKELERİ ÖNLEMEK İÇİN NELER YAPILMALIDIR?
İ.KURT: İddialı bir soru. Özneme değil düşüncelerime önem veren soru olması sebebiyle de hoşuma giden bir soru. Elbette cevabı da çok kapsayıcı olması gerekiyor. Ancak ben burada hiçbir iddiaya girmeden bazı tespitlerimi özet olarak anlatmak isterim.
İnsanlığı bekleyen tehlike bizi ilgilendirmez diyemem elbette. Çünkü bu insanlık ailesinin içerisinde biz yani Türk Milleti de vardır. İnsanlığı beklediği düşünülen, tehlike olup olmadığı tartışılan birçok faktörden bahsedilebilir. Özellikle yaşama alanlarının, havanın, suyun kirletilmesi, nükleer faaliyetlerin artması, teknolojinin insana hâkimiyet mevkiine doğru yükselmesi, gücü kendinde toplayan emperyalist birkaç devletin yayılmacı uygulamalarını sürdürmesi, zengin kültürlerin tek tipliliğe doğru zorlanması gibi birçok tehlikeden bahsetmek mümkündür. Bunlardan ayrı ayrı bahsetmek de burada vereceğim cevapların sınırlarını da çok zorlar.
Ancak burada biz Türkleri bekleyen tehlikeler söz konusu olduğunda “hangi birisini anlatayım?”, der gibi bir soru aklımdan geçmiyor değil. Lakin bizim için tehlike olarak sıralayabileceklerimiz bizlerin sorunlarından kaynaklananlardır diyebiliriz. Bu düşüncemi bir umutsuzluk olarak da yorumlamamak gerekir. Çünkü yarım asrı çoktan geçmiş, ama “ne geçmiş ya” denebilecek bir ömrün yaşadıklarıyla yaşananlara, bu topluma yaşatanlara şahit olmamla doğrudan ilgilidir düşüncelerim, fikirlerim.
Öncelikle ifade edeyim ki biz yaştakilerin gençliği, kabul edilsin ya da edilmesin “sevda” ve “dava” diye savrularak geçti. Öyle ki sevdamız da davamız da memleket ve milletti. Ülkemiz kadar dış Türkler ’in esarette olması da bizlerin sorunuydu. Yani o dönemlerde biz yaştaki gençliğin sevdası da davası da genelde bu ülke ve Türk Milletinin yükseltilme, yüceltilme, kalkındırılmasıydı. Hangi görüşten olursak olalım genelde böyle düşünüyorduk yahut böyle düşündüğümüzü sanıyorduk. Yıllar, şartlar, ilkeler ve ülküler değiştikçe aşınmalara ve aşırmalara şahit olduk. Dağıldık, darmadağın olduk. Umutları hep yarınlara havale eder olduk. Belki bunları içinde bulunduğum yaşın düşünce ve duygularıyla ifade ediyorum. Lakin taş gibi sert, ateş gibi yakıcı gerçeğimiz bu! Bu gerçek bizi bekleyen tehlikelere bakışımızda da belirleyici oldu. Onun için Türkiye’nin çok yönlü tehlikeler ağı içerisinde olduğunu görmek için falcı olmaya gerek olmadığını sanıyorum. Elbette bu tehlikelerin bir kısmı dün de vardı, bu günde var, bazıları yeni bir maskeyle yarın da olacaktır. Bunlar içimizden gelen, içimizden kaynaklanan tehlikeler ve dışımızdan kaynaklanan tehlikeler olarak iki temel başlık altında sıralanabilir. Fakat şunu iyi bilmeliyiz ki içimizdekileri hallettiğimizde dışarıdan gelecek olanlar o kadar etkili olamayacaktır. İç kale sağlamsa her türlü saldırılar rahatça püskürtülecektir. Birliğin sağlayacağı kuvvet ve gücü kendimizde topladığımızda dışardan gelme ihtimali olan tehlikeler ta baştan sinecektir. Onun için öncelikli olarak içimizdeki tehlike ya da sorunlar üzerinde durmamız, bunları çözmemiz gerekir. Daha önce de işaret ettiğim gibi içimizdeki tehlikeler içimizden kaynaklanan sorunlarla beslenmektedir. Dolayısıyla bu sorunlar ne kadar sağlıklı olarak çözülebilirse bunların tehlike olması da o kadar azalacaktır.
Mesela hukuksuzluk ve adaletsizlikten kaynaklanan sorunları tehlike olarak görüyorsak ki öyledir. Bu sorunlar ve tehlikeler toplum hayatının bütün alanlarına hukuk ve adaleti hâkim kılmakla çözülecek veya aza indirilecektir. Adaletin hâkimiyetinin ardından toplumda birçok sorunun, hatta tehlikenin azalması gözlemlenebilecektir.
Cehaletin, dedi kodunun, iftiranın yaygınlaştırıldığı bir toplumun başında en büyük tehlike var demektir. Tarihini, kültürünü kavga, küfür ve bölme sahneleri haline getirerek yaşamaya çalışan bir toplum tehlike içerisinde değil midir? Çok alışılagelmiş bir tabir olacak ama bu ülkeyi bekleyen en önemli tehlikelerin ilk sıralarında şimdiki, 21.yüzyılın başındaki gençliğin eğitim-öğretim fakirliği gelmektedir. Bundan dolayı evvela eğitimde, bilimde, sanatta, siyasette objektif, sağlıklı, geliştirici ve kalkındırıcı bir zihniyetin toplumda inşa edilmesi. Yani tehlike yaratabilecek sorunlar biraz da doğrudan toplumsal çalışma zihniyet meselesi ile ilgilidir. Bunun için slogan ve hamasilikten uzak, gerçekçi, özgür, önce ulusal sonra insanlığı da kapsayıcı hassasiyetleri olan, aldığı görevi en yüksek vicdani bir anlayışla yerine getiren ve üreten bireylerin yetiştirilmesi amaçlanmalıdır…
Eğitim uygulamalarının çok sık değişmesi gelecek nesillerin iyi yetişmesini engellediği için bunu ülke adına bir tehlike olarak görüyorum. Aslında “eğitim” adı verilen alanlardaki bütün uygulamaların içinin boşatılması bu tehlikeye dâhil edilebilir. İnsan yetiştirme, yetiştirememe düzeni objektif olarak gözden geçirilmelidir.
Adalete de, hukuka da, eğitime de, bilime de, milli varlığın korunması ve yaşatılmasına da, dış politikaya da partilerin değil devletin politikası olarak yaklaşıldığında sorunların ve bunlardan kaynaklanan tehlikelerin daha azalacağı bir gerçektir. Çünkü her siyasi parti iktidarı ele aldığında bu politikalarda sürekli değişmeler olmayacaktır. Süreklilikten dolayı bir birikim ve uyumun getireceği sağlıklı, gelişen bir toplum yapısına doğru gidilebilecektir. Yeter ki işaret ettiğim alanlarda bilim gerçeğine dayanan, çağlar ilerisine ışık tutabilen, toplumsal çıkarı adalete dayanarak öne koyabilen, bireylerin özgürlüğünü sözde bırakmayan devlet politikaları geliştirilebilsin. Bu çok zor, diyeceksen ben de o zaman şunu derim: O zaman sorunlardan kaynaklanan tehlikelerin seni bitirmesine hazır olacaksın!
ŞİİRLERİMDEN BİRKAÇ ÖRNEK:
MEÇHUL ÖĞRETMEN
Selam olsun,
Karanlığın ve cehlin güneşlerine
Selam olsun,
Erdemin ve bilginin eşlerine
Onlar ki
Kişiliğe hürlük bağışlayan.
Onlar ki.
Karşılıksız alkışlayan.
Alınlarında bilgiden meşaleler,
Karanlığın gözbebeğine yürürler
Gönüllerde mükâfat alanlar,
Azmin ve iradenin timsali onlar.
Çıktılar yola, yolları belli
Hedef güllük gülistanlık değil;
Yollar, sarp kayalıklar,
Yollar dikenli
Gönüllerinde bilginin çağlayan seli,
Istıraplarla sarhoş olur
Odur karşılıksız seven,
Adı, değil mi ki
Meçhul Öğretmen.
Selam olsun,
Karanlığın ve cehlin güneşlerine
Selam olsun,
Erdemin ve bilginin eşlerine.
Onlar ki
Kişiliğe hürlük bağışlayan
Onlar ki
Karşılıksız alkışlayan.
(Bir Yüreğin Türküleri adındaki kitabımdan)
*
ÖZLEDİM SİZLERİ ÇOCUKLAR
1.
Çanta taşır,
Odun taşırdı elleriniz.
Çamurlu yollardan yürür,
Koşarak gelirdiniz.
Yeri gelir soba yakar
Yeri gelir tahtaya kalkardınız.
San ki tebeşirle kavga eder,
Beyazlanırdı;
Elleriniz… Yüzleriniz…
Özledim sizleri çocuklar,
Kulaklarımda sesiniz.
“Öğretmenim”le kalkan parmaklar
Ah, yaramaz, yaramazlıklar…
Hele yok mu,?
Gözünüz, gözleriniz…
2.
Sizler,
Sevdaları yeşerten tohumlar,
Yurt köşelerinde günlük güneşlik.
Büyükleri düşündüren insanlar
Sizlerde kaldı
Dostluk, vefa, kardeşlik.
Köprüsüz sulardan gelirdiniz okula,
Çamurlu sokaklara bata-çıka
Sizler savaşçısınız yorulmayan
En büyük fedaisiniz
Aranmayan, sorulmayan.
Ey benim bozulmayan mayam,
Şekillenmemiş hamurum,
Seni şekillendireceklere hassasiyetim
Sana uzanan el kimliksizse,
Sanırım yanarım, mahvolurum.
(Bir Yüreğin Türküleri adındaki kitabımdan)
*
SEN YUNUS OLAMAZSIN
Dağa çıksan alıç hani?
Hani Tapduk, Miraç hani?
Fikir sağsan, nerde yeni?
Sen Yunus olamazsın!
Hacca gittin gönül yıktın,
Secde ettin gönül yıktın,
Sen kendini sende yaktın,
Sen Yunus olamazsın!
Benliğini “ben”de bildin,
Sevapları yende bildin,
Yükselmeyi kinde bildin
Sen Yunus olamazsın!
Dilin başka, adın eğri,
Ocaktaki odun eğri
Eğri baktın, dedin eğri
Sen Yunus olamazsın!
(Bir Yüreğin Türküleri adındaki kitabımdan)
*KUŞATMALAR VAR!
Dilim varmıyor bunu yazmaya, söylemeye
Görünen yollarda engeller, Temmuzda kar var
Gücüm yetmiyor demir mazgalları eğmeye
Dört bir yandan çevrili hain kuşatmalar var
Lisanım çar-çur edilmekte yaban dillerde
Değerlerimiz bozulmakta gafil ellerde
Nice asırdır “gül” diye koklanan güllerde
Gonca gülümüze çevrili kuşatmalar var
Tarihe kinle sallanmakta bir hınzır balta
Ne çıktığımız belli, ne düştüğümüz alta
Halaylara, düğünlere karıştı Travolta
Sazımıza çevrili yaban kuşatmalar var
Asırlardır biz “gelişmekte olan” ülkeyiz
Doğulu mu, Batılı mı bilemedik neyiz
Kendimizi bulamadık, ne de kimsedeyiz
Beynimize musallat olan kuşatmalar var
Hain kuşatmalar hem içten, hem dıştandır
Hangi barış, bunların tamamı da öçtendir
İlham alınan fikir, şuuraltı haçtandır
Dinimize musallat olan kuşatmalar var
Bazen çok yeni dendi, bazen çok eski dendi
“Eski”, “yeni” adına birçok naneler yendi
Lügatlerden ilk önce kelimeler elendi
Yazımıza musallat olan kuşatmalar var
Biz yanyana gelmezken, kimi globalleşmekte
Kaleleri zaptetmek adına birleşmekte
Malum ülkeler ve salonlarda elleşmekte
Özümüze musallat olan kuşatmalar var
Tarihi bizler yaptık, birileri yazmakta
Birileri bizim için mezarlar kazmakta
Aramıza dünden kalan çaşıtlar sızmakta
Bazımıza musallat olan kuşatmalar var
Bu kuşatmaların yönü, yolu belli değil
Hücumlar dört yönlü, sağı solu belli değil
Görünüşte tatlı dilli, acı dilli değil
Dilimize musallat olan kuşatmalar var
Dünü kirlettiler, umutları gasp ettiler
Kendilerinde erken kifayet kesp ettiler
Ne ettilerse bugünden yarına ettiler
Yarınlarımıza musallat kuşatmalar var
Yerler mi delindi, gök mü çöktü üstümüze
Kimler uyuşukluk tozu ekti üstümüze
Kendimiz inanmaz olduk, kendi sözümüze
Sözümüze musallat olan kuşatmalar var
Kalelere mi girildi, nere zapt edildi
Kahrolduğumuz durumlara nasıl gelindi
Hıyanetten değilse, yapılanlar gaflettendi
Rolümüze musallat olan kuşatmalar var
Acı söz olsa da haber veriyorum dosta
Kuşatanlara göre yurdum tatlı bir pasta
Dün Osmanlı “hasta”ydı, bugün Türkiye hasta
Közümüze musallat olan kuşatmalar var
Yazdıklarımı paranoya bilip sananlar
Kendi sanılarına aldanıp da kananlar
Rüyada görmediği koltuklara konanlar
Tezimize musallat olan kuşatmalar var
(Gül Şafağı Hüzünleri adındaki kitabımdan)
*
SEVDALARDA MAHSUR KALDIK
Gönlüm ben, gönlün ve sen
Bizdeki bir yerinde zamanın
Bir yerinde Itrî’nin
Bir yerinde gazelhanın
Masal olan aşkları bir bir andık
Bir ben, bir sen
Bir de sen ve ben
Bir gönlüm, bir gönlün
Gönlümde senin gülün
Kalabalık üstüne kalabalık
Unuttuk zamanı ve mekânı
Nasıl da sevdalarda mahsur kaldık
Yemin ettik mukaddeslerimiz üstüne
Yemin ettik ve dedik ki;
Sevda bizim mayamız
Bundan sonra sevda olsun sılamız
Sevdalarda mahsur kalmaktır
Kararımız
Bir mahzun zamanda dalgın
Gönül köşesine teyelledik çocukluk hevesinde
Bakışlardan oya idi izler
Ya da tarihten kalan bir mekânda
Mekânın o zamanında
Ebrulî yorgunlukları süsledik
Bir kahve telvesinde
Süsledik sur üstüne sürûr
Mahsur kalan sevdalarda bizler
Bizler kalan sevdalarda mahsur
Bir keşiş takibinde adımız Kerem
Dur-durak bilmez sevdalar atı
Karşımızda yalnız yola revan olmak durur
Kerem ki Aslı varsa Kerem
Otuz iki dişlerini söktürür
Bir cemâlde kalmak için mahsur
Acılar bir dizde erir
Öyle bir diz ki
Sevdanın kelepçesidir
Sevdalar nakışlarla dokunan kilim
Ki içinde nazenin parmaklar hür
O nakışlara bakmasını bilenler
Nakışlarda ne hayâller ne umutlar
Ne sevdalar, ne sevdalar görür
Ne sevdalar yürür
Sevdalar ki her biri bir nakışta mahsur
Yemin ettik mukaddeslerimiz üstüne
Yemin ettik ve dedik ki;
Sevda bizim mayamız
Bundan sonra sevda olsun sılamız
Sevdalarda mahsur kalmaktır
Kararımız
Vurgunlardan beter ihaneti gördük
Sevdalarda mahsur kaldık
(Gül Şafağı Hüzünleri adındaki kitabımdan. Bu şiir ayrıca Azerbaycan şivesi ile TÜRK ŞEİRİNDE EŞQ Antolojisinde de yayımlanmıştır. Bakı-2017,s.159-160)
*
DOST BİZ
Dost biz
Bulunmamış sevgililer aşığıyız
Dost
Kimimiz buğday tenli, kimimiz esmer
Kimimiz karayağız
Dost biz
Biz ancak bizde varız
Dost biz
Bizde lügatler dizi dizi
Her kelime bizde var
Her kelime biziz
Ama biz kelimelersiziz
Dost biz
Açılmamış kitaplar sayfası
Okunmamış karayazıyız
Susmayan yürekte sevda
Çarpan yürekte sızıyız
Kelimeler anlatamaz bizi
Biz kelimelersiz maziyiz
Dost biz
Her elde kirlenmeyen asa
Her yere kurulmayan masayız
Masayız ki
Ayaksız cisimsiz
Dost biz dost kimliğindeyiz
Başka yerlerde isimsiz
Resimsiz
Dost biz
Ele alınmamış mızrap
Seslendirilmemiş güfteler sesiyiz
Biz oku atılmamış yay
Sevdalısı girmemiş saray
Ki salınarak gezeni yok
Biz hanümansız bir serseri
Öyle bir bedeniz ki
Bulunmaz ne kan, ne kemik
Ne de deri
Dost biz
Ney’e üflenen nefes
Nefes ki beden cana kafes
Cân
Çırpınan canız
Dost biz
Ney’de inleyen ses
Dost
Akıla danışan akıl biz
Akılı aşan akıl yine biziz
Dost akıl göçkün
Akıl başta
Nöbetlerdeyiz başka başka
Vakti kuşanmaktayız beş vakit
Vakit ki dur-durak bilmez
Dost
Ki biz neyiz, kimiz
O menzile silahsız gidilmez
(Gül Şafağı Hüzünleri adındaki kitabımdan)
*
BABALARI ŞEHİT OLAN ÇOCUKLARIN
FERYATLARIDIR
Babamı nereye götürüyorlar?
Dönmeyecek mi bir daha
Beni “melek yavrum” diye sevmeyecek mi?
Güzel gözleriyle gülmeyecek mi?
Gitme baba!
Ben daha büyümedim
Seninle elele yürümedim
Gitme baba!
Üstünde Albayrak
Ve fotoğrafını öpüyorum
Ama gece soğuk
Gitme üşürsün!
Bana oyuncaklarımı kim alacak
Gitme baba!
Büyümem yarım kalacak
Gitme… Gitme!
Ben sensiz neylerim
Arkadaşlarım babalarıyla okula gelirken
Ben arkadaşlarıma ne derim!
Hani beni seviyordun
Bir ben vardım bir de yurdun
Demek ki onu daha çok seviyormuşsun
Gitme baba, gitme n’olursun!
Rica etsem
Bu gece rüyalarımda olur musun?
(Son yazılan şiirlerden)
*
BAŞLIYOR
Şafaklar sona erdi yine gurup başlıyor
Bitmiyor hazan, durup, durup başlıyor
Yaşamadığımız hayatın girdabındayız
Biteviye çarkına sarıp sarıp başlıyor
Maişet ve işret peşindeyiz çoğu defa
“Ben”imiz ki masalar kurup kurup başlıyor
Sevaba bigâneler hangi kervan peşinde
Yolculuk günahları derip derip başlıyor
Gözlere gün batmakta tepeler arkasından
Hazin akşamlar yine garip garip başlıyor
Hayatın başka renklerini çok geç anladık
Her mevsim önümüze serip serip başlıyor
İnsan bir türlü kendini düzeltemiyor da
Başkalarına telkin verip verip başlıyor
Şafaklar sona erdi yine gurup başlıyor
Bitmiyor hazan, durup, durup başlıyor
(Son yazılan şiirlerden)
*